Makedonya'nın AGİT eski Daimi Temsilcisi, diplomat ve siyasi analist Zekolli, Batı'nın Balkanlarda "istikrarı" önceleyen politikalarının bölge ülkelerindeki demokratik kazanımları nasıl aşındırdığını, bu durumun Rusya için oluşturduğu "stratejik fırsatları" AA için değerlendirdi.
ÜSKÜP - Makedonya'nın AGİT eski Daimi Temsilcisi, diplomat ve siyasi analist Zekolli, Batı'nın Balkanlarda "istikrarı" önceleyen politikalarının bölge ülkelerindeki demokratik kazanımları nasıl aşındırdığını, bu durumun Rusya için oluşturduğu "stratejik fırsatları" AA için değerlendirdi.
Arsim Zokelli: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Eski Daimi Temsilcisi, Diplomat, Siyasi Analist
Balkan ülkeleri ya da daha doğru tabirle batı Balkanlar bölgesindekiler, şu sıralar, 10 seneden fazla bir zaman önce planlanan, AB'ye kabul edilme yolunda kalmak için zorlanıyor. Bir yandan da AB'nin kendi içindeki yeni ve pek de iç açıcı olmayan gerçekliklerle yavaş yavaş yüzleşiyorlar. Savaş sonrası Yugoslavya'sına dair büyük beklentiler artıyor ve bu beklentiler, hızla, giderek artan bir tecrit siyaseti güden bir Avrupa, Başkan Juncker'in duyurduğu gibi daha fazla genişleme ihtimaline yönelik azalan heyecan hissi ve yeni ve eski Avrupa arasında artan sürtüşme gibi karamsarlık ilham eden realitelerle daha gerçekçi bir denge durumuna evriliyor.
Balkan ülkelerinin tercihi Rusya değil AB
Bu yeni realiteler ise ister istemez yerel siyaset sahnelerinde artan derecede bir iç gerginliğe sebep oluyor. Hükümetler, AB ve NATO'ya giden yoldaki kararlı gidişatı muhafaza etme siyasetini sürdürürken, vatandaşlar arasındaki güvensizlik artıyor. Fakat Avrupa'nın diğer bölgelerinden farklı olarak şüphecilik ve güvensizlik gibi duygular, Avrupa Birliği fikrine olan inanç kaybı veya hayal kırıklığından değil, hâlâ çok büyük ölçüde, yerel ölçekteki reformların ilerleme durumu, büyük yaygınlıktaki yolsuzluk ve siyasi istikrarsızlık kaynaklı bir hoşnutsuzluktan ileri geliyor.
AB'ye kabul almaya yönelik ilerlemelere dair yerel nüfusların mevcut hoşnutsuzluğu, AB üyesi ülkelere yönelik süregiden kitlesel göç süreçleriyle kolaylıkla izah edilebilir. Bu göç süreçlerinin ardındaki ekonomik motivasyon, AB'nin istikrar kavramını demokrasi, sosyal eşitlik ve ekonomik kalkınma pahasına önceleme politikasının, sürdürülebilir reformların önkoşulu olan sosyal doku ve siyasi tutarlılığı zayıflatıyor olduğunun açık göstergesidir. Buna rağmen, bölge ülkelerindeki nüfusun mutlak çoğunluğunun Rusya yerine Batı'yla işbirliğini onaylamak noktasında ısrarcı olduğu neticesine varmak yanlış olmayacaktır.
Toplumsal arkapkanı değiştirmek
Hem hükümetler hem de vatandaşlar nezdindeki ilk ve en belirgin sebep, şu meşhur alıntıda ifade edilen olacaktır; "Konu ekonomi, seni ahmak!" Balkan ülkeleri nezdinde ekonominin sırf fakirlikten bir kaçış anlamına geldiği yüzyıl başındaki durumun aksine mesele, şimdilerde ekonomik anlayışın gelişerek uzun vadeli sürdürülebilirlik, büyüme, sosyal eşitlik, iskan, eğitim, siyasi istikrar ve güvenli çevre gibi kavramlar olarak anlaşıldığı bir hale dönüştü. Bu anlamda Avrupa'nın sunduğu model, bütün göz önündeki ve bariz eksikliklerine rağmen, hâlâ Rus modelinden daha cazip. Balkan vatandaşları artık bireysel, şaibeli, "hemen zengin ol!" tarzındaki başarı hikayelerine kafa yormak yerine, gelişmekte olan yeni bir orta sınıfın temel hatlarını çizmekte olan aile ekonomilerine yöneliyor.
İkinci ve daha siyasi olan sebep, dışlayıcı Rus modeliyle kapsayıcı Avrupa modeli arasında bulunan büyük uyumsuzluk. Hepimiz iç bozukluklara, uyumsuzluklara ve hatta AB içindeki çatışmalara haddinden fazla odaklanmış halimizle Sovyetler sonrası dönemin Rus tarzı entegrasyon modelinin değişen mahiyetini hesaba katmakta çoğunlukla başarısız oluyoruz. Gürcistan'daki savaş, Rus milliyetçiliğinin ideolojik bir kılıfı olarak hem gizli Sovyet hem de aşikar Panslav kavramlarının küresel boyutta jeostratejik ve tarihi çöküşüne işaret edercesine Ukrayna'nın işgal edilmesinin ön adımıydı. Putin'in, ideolojik ve ekonomik bir alternatif olarak Avrasya Birliği'ni dayatmak için gösterdiği çabalar, uygulanan yaptırımların ve komşu bölgelerde, özellikle, Çin teşviklerinin Rus teşviklerini geçtiği Orta Asya'da yükselmekte olan milli ve siyasi özfarkındalığın bir neticesi olarak akim kaldı.
Bu handikaplı yeni gerçeklik, etnik milliyetçiliklerin kanlı neticelerine dair acı dolu hatıraların hâlâ taze olduğu bir bölge olan Balkanlarda daha bir belirginlik arz ediyor. Slav birlikteliğinin cazibesi, "şaşaa" ve "birlik olma" gibi romantik ve destansı fikirlerden motive olan birçok vatandaş nezdinde hâlâ gayet canlı ve sempatik halde dururken, mevcut ekonomik sıkıntılar ve Batı'yla olan siyasi ve ekonomik bağlarla birlikte tüketim kültürünün de yükselişte olması, Rus teklifinin çekiciliğini sınırlandırıyor. Neticede, kalpleri ve ruhları belki de hâlâ nostaljik bir özlemle Moskova'ya dönük olan önemli sayıda bir nüfusun varlığına rağmen mutlak çoğunluğun akılları ve mideleri sıkı sıkıya Batıya doğru dönmüş halde.
Rusya'nın taktik hamlelerinde son zamanlarda gerçekleşen değişikliklere dayalı olarak Moskova'nın -her ne kadar bundan hoşlanmasa da- bu yeni gerçekliğin son derece farkında olduğu ve yaklaşımlarında da buna uygun ayarlamalar yapmaya çalıştığı sonucuna varabiliriz. Yani, bölgede ekonomik yatırımlardaki düşüş, özellikle Slav dillerinde yayın yapan medya kuruluşlarının sayısındaki artışla telafi ediliyor. [Bu kuruluşların] temel hedefi, izleyicilerin içine Batının politikalarına, başarılarına ve niyetlerine yönelik bir şüphe ve güvensizlik hissi yerleştirmek, Rus askeri kudretinin üstünlüğünü iyice büyütücü, övücü ifadelerde bulunmak ve üçüncü olarak da Balkan uluslarının arasında geleneksel olarak var olan bölünmeler, düşmanlıklar ve güvensizliklerin statükosunu muhafaza etmektir.
Nüfuz ve varlık
Rusya'nın farklı Balkan ülkelerine yaklaşımı, milletten millete farklılık arzetmekte, nüfuz ve varlık gösterebilmek konularından ileri gelen seçici bir öncelik tanımaya dayanmaktadır. Bu strateji, özünde, yerleşik Batı politikalarının bir yansımasıdır ve bu haliyle -proaktif olmaktan ziyade- reaktif Rus dış siyaset stratejisinin çekirdeğini teşkil etmektedir.
Geleneksel olarak bu yaklaşım, en kolay şekilde, Rusya'nın Balkanlardaki en sadık destekçisi olan Sırbistan'a ilişkin olarak teşhis edilebilir. Ve dolayısıyla AB ve ABD için Sırbistan, Rusya'nın etki alanından çekip uzaklaştırma ve bölgede uzun ve refah getirici bir istikrarı sağlama noktasında en büyük önemi teşkil eden ülke. Bu durumda Belgrad, vaktiyle tartışma götürmez, fakat artık giderek artan bir şekilde meydan okumaya maruz kalan kapasiteleri ve yeteneklerine bakılacak olursa, Rusya'nın nüfuz stratejisinin ana hedefidir. Belgrad'ın bu yetenekleri hâlâ oldukça güçlü olmakla birlikte, son gelişmeler, Rus nüfuzunun bölgede bir Sırp vekaleti üzerinden sürmesinin ne uzunlukta bir ömrü kaldığına dair de bir ikilem ortaya koyuyor. Belgrad'daki siyaset ve güvenlik mekanizmalarının dümeninde, nesil değişimi neticesinde gerçekleşen muhafız değişimi, Adriyatik Denizi'ne erişimin yeni ortaya çıkan jeostratejik realiteler neticesinde kaybedilmesi ve çalkantılı mahiyetine rağmen genelde istikrarlı olan AB ve NATO ile buzları eritme yaklaşımı gibi durumlar, bölgedeki Rus nüfuzu için pek de iyimser olmayan yeni bir gerçekliği haber veriyor.
Bu durum, Rus menfaatlerinin şimdiye dek [nüfuzdan çok] sadece bir görüntüye indirgendiği ülkeler için ciddi sonuçlar doğurabilir. NATO'ya katılma davetine tepki olarak Karadağ'da çıkan çalkantılı fakat başarısız olaylar, sahadaki yeni gerçekliklere ve Rusya'nın, varlığını korumak için almak zorunda olduğu umut vermeyen önlemlerin yanı sıra Sırbistan'ın, NATO, yani Amerika ile ilişkilerini muhtemelen kötüleştirme pahasına nüfuzunu sürdürmeye yönelik azalan kabiliyeti ve siyasi iradesine dair bir bakış sunuyor. Karadağ'ın NATO'ya üyeliği Adriyatik Denizi'nin [Sırbistan için] artık kapanması ve Balkan Yarımadasının Batı güvenlik şemsiyesi altında tam bir daireye alınması anlamına gelmekle birlikte, hâlâ patlama potansiyeli bulunan ve kıtasal güvenlik açısından cadı kazanı mahiyetinde olan noktalardaki Rus varlığı unsurunu da tamamen ortadan kaldırmıyor. Bosna-Hersek'te, isyankar "Sırp Cumhuriyeti"'yle olan ilişkiler yüzünden iyice artan gerginlikler, giderek artan derecede köhneleşen Dayton Barış Anlaşması'nın tesis ettiği kırılgan barışın varlığını apaçık hissettiren bir hatırlatıcı niteliğinde. AB ve ABD'nin, Sırp Cumhuriyeti'nin kışkırtıcı ve açıkça düşmanlık yapan liderliğine doğrudan meydan okuma noktasındaki siyasi isteksizliği, Cumhurbaşkanı Milorad Dodik'e, Rusya'yla ilişkilerini biraz daha kuvvetlendirmesi için, kasten olmasa da, bir teşvik sunuyor.
İhmallerden yararlanmak
Bunlara rağmen, yukarıda sıralanan ve Rusya'nın Balkanlarda yaptığı hamlelerin ivme kaybında olduğunu ispatlıyor görünen argümanlar, tam aksi bir yönde de neticelenebilir. Çünkü bölgenin her ülkesindeki farklı gerçekliklere rağmen, Rusya'nın, bölgede kendi uzun vadeli menfaatlerini, oradaki Batı politikalarının başarısızlıklarından istifadeyle somutlaştırıp geliştirme gayretlerine katkı sağlayan birkaç müşterek tema söz konusu. Batı'nın siyasi stratejisinin, şimdiye kadar, İngiliz diplomat Robert Cooper'ın (The Guardian gazetesinde 7 Nisan 2002'de yayımlanan) ünlü makalesindeki ilkelerin kılavuzluğunda olduğu ortaya çıkmıştır; Cooper ilgili makalede "kendi aramızda hukuka riayet ederiz, ama ormanda iş gördüğümüz zaman orman kanunlarına da uymamız gerekir" diyor. Batı'nın Balkanlara gösterdiği -akademik ve yüzeysel bir oksimoron olan "liberal emperyalizm" tabiriyle başarısızca örtülmeye çalışılan- bu sömürgeci ve tamamen şoven yaklaşım, otokratik liderlerin reklamının yapılması ve desteklenmesi ve demokratik kuvvetlerin altının oyulması suretiyle, istikrarı gerçek bir demokrasiye tercih eden politikalarla neticelenmiştir. Gerçek hayatta Sayın Cooper'ın vizyonu en iyi şekilde yerel suçlular ve despotik güçler tarafından takdir edilmiştir; bunların hepsi de Batı'nın, kendilerinin suç teşkil eden faaliyetlerine ve yolsuzluklarına göz yumması karşılığında istikrar getirmeye pek hevesli olmuşlardır. Bu nedenle, bu hal, kuzey-güney hattında Belgrad'dan Priştina'ya, batı-doğu hattında Podgorica'dan Üsküp'e uzanan Batı-destekli Otokratlar Ekseni'nin kökenini teşkil ediyor.
Bu, kurumsallıktan kopmuş fakat varlığı bütünüyle hissedilen Eksen, on senenin sonunda, hem de çoğunlukla İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin ilk yıllarının azılı komünizminin kızıl terörü devresinden beri görülmemiş bir derecede baskıyla, kendi toplumlarını tamamen işgal etmiş durumda. AB ve ABD'nin, 90'ların zaten kırılgan bir yapıdaki demokratik kazanımlarının böyle sessizce yok edilmesine karşı aldığı tavır sözlü bir azara indirgendi, fakat bu tavır daha sık bir şekilde tamamen bir göz yumma olarak tezahür ediyor. Küresel arenadaki diğer ciddi olaylarla meşgul halde bulunan ve her şeyin yolunda gittiğine dair kendi iç siyasetindeki muhataplarının ve giderek daha az yetkinlik sahibi olan sahadaki diplomatlarının güvence verdiği Brüksel ve Washington'daki makamlar, değişmekte olan toplumsal dinamiklerle ilgili giderek daha az bilgi sahibi olmalarına sebebiyet verecek derecede iletişimlerini ve ilgilerini sadece siyasi ve ekonomik bir elite indirgediler. Zamanla bu yaklaşım, doğu-destekli bir taklit demokrasiyle batı dayatması sınırlı demokrasi arasında sıkışmış bulunan halklarda giderek büyüyen ölçüde bir hayal kırıklığına yok açtı.
Vatandaşlarda ortaya çıkan bu yeni duygu, zaten artmakta olan gerginlikleri daha da körükleyecek yeni bir siyasi düşüncenin doğuşunu müjdeliyor, fakat bu duygu, diğer yandan, Rusya'nın, Balkan halklarınca algılandığı haliyle Batı ve Doğu'nun demokratik standartlarının arasındaki farkın iyice açılmasından istifade etmesine yönelik bir fırsat olarak da görülebilir. Diğer tabirle, batı Balkan ülkelerinin siyasi liderliği, az-çok Batılı ortaklarının kontrolünde olmasına rağmen toplumlar, giderek kendilerine biçilen istikametten uzaklaşıyor ve Batının kurucusu olduğu mevcut Otokratlar
Ekseninden kopmak için başka fırsatlar arıyor. Bu, sıradan bir siyasi yenilik olarak görünse de daha derinlemesine bir bakış, bunun Balkanların komünist idare altında geçen son on senesine atfedilen tersyüz edilmiş bir bakış olduğu tatsız gerçeğini ortaya koyar, ki bu son on senede, siyasi dinozorlar hâlâ komünist ütopyaya giden sosyalist yoldan dem vururken, hayal kırıklığına uğramış aydınlar, medya ve sıradan vatandaşlar çoktan Batıya dönmüş, değişimi kucaklamaya istekli ve hazırdı. AB'ye girmeye dair hiç bitmeyen umutlara ve aynı derece sonu bir türlü gelmeyen geçiş dönemi reformlarına dair somut neticelere tanık olmaya yönelik boş beklentilere bakılacak olursa, karşılaştırmalar ortada ve korkuya sevk edecek derecede birer uyarı niteliğinde.
Balkan toplumlarının sosyal haritası bundan dolayı Rus varlığının Rus nüfuzuyla eşit derecede stratejik olması riskine işaret ediyor. Yani, yukarıda belirtilen, Rusya'nın reaktif tepki gösterme stratejisi, kendisini, kurulu statik düzene bir alternatif olarak sunmayı ve bundan istifade etmeyi amaçlıyor. Bunu başarmaya yönelik olarak Rusların Balkanlara yaklaşımı, popülist, aşırı sağcı ve ulusalcı partiler ve hareketlere odaklanması ve sızmasıyla Batı'da ima edilen benzer stratejilere mükemmel derecede uyuyor. Özellikle yerel milliyetçi duyguları, dini ve etnik gerginlikleri birbirine karıştırmak ve bunlara oynamak, Slav nüfus içinde çok yaygın bir hal; Slav olmayanlarda ise genel teamül, 'karıştır-eşleştir' usulüyle oluşturulmuş yaygın suç, yolsuzluk ve karşı-istihbarat ağlarından yararlanmak üzerine kurulu. Bu ağın ise Rusya tarafından değil, Batılı rakipleri tarafından kurulup desteklendiği not edilmelidir.
Kaynak:AA