"Osmanlı Devleti'nin yıkılışına dek İslam dünyası, siyasal ve medeniyet anlamında varlığını güçlü olarak sürdürdü"
"Irak, yarısı DAEŞ örgütünün elinde, geri kalan kısmı Irak hükümetinin yönetiminde olan bir ülke. Yönetim de etnik bir yönetim olmasından ve sistemsizlikten dolayı çok yönlü müdahalelere uygun"
"Sisi, Hüsnü Mübarek'ten daha bozguncu çıktı. Şimdi çok cana kıydı, büyük şiddet, devlet şiddeti uyguladı, örgütlerin şiddeti değil"
"Irak'ın 2003'te işgaliyle Zerkavi ortaya çıktı. Zerkavi, El-Kaide ve DAEŞ arasında bağlantı noktasıdır"
"DAEŞ örgütüne gerek Arap ülkelerinden gerekse batılı ülkelerden gençlerin katılımı söz konusu. Bazı gençlerin ekonomik durumu çok kötü. Yeterli derecede hayatını sürdürecek imkanları yok. Demokratik hareketler onlara şans tanımadı. Bu durumu düzeltmeye batılı ülkeler de yardımcı olmadı"
TUNUS - Tunuslu tarihçi-düşünür Prof. Dr. Hişam Cait, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına dek İslam dünyasının siyasal ve medeniyet anlamında varlığını güçlü olarak sürdürdüğünü belirtti.
Prof. Dr. Cait, Tunus'taki Beyt el-Hikme Araştırma Merkezi'nde, genelde İslam, özelde de Arap dünyasının içinde bulunduğu durumu AA muhabirine değerlendirdi.
Müslüman ülkelerin 90'ların başlarından bu yana şiddet ve savaşlara sahne olduğunu hatırlatan Cait şunları kaydetti:
"İslam dünyası 19'uncu yüzyıl boyunca büyük gerileme yaşadı. Osmanlı Devleti'nin yıkılışına dek İslam dünyası, siyasal ve medeniyet anlamında varlığını güçlü olarak sürdürdü. İran devrimi, birçok İslami hareketin oluşmasına cesaret verdi. 80'lerden sonra ortaya çıkan hareketlerin birçoğu dini ve düşünce olarak ortaya atılan ıslahın başarısızlığını telafi etmek istedi. İslam dünyasının kalkınmasını sağlayacak temelin şiddet olduğunu kabul ettiler."
Avrupa rönesansındaki despotizm ve kiliseye karşı aydınlanma hareketlerinin, İslam dünyasında oluşmadığını belirten Cait, "İslam dünyası dini inançları üzerine kurulu hayatına bağlı kaldı. 20'nci yüzyıl civarında Arap milliyetçileri akımı ortaya çıktı. Bunlar Almanya tarzı ulusal devlet kurmayı istedi. Demek ki İslam dünyasının kalkınmasını isteyen bir damar hep var oldu. Islah hareketleri oluştu ancak İslamcıların çoğu düşüncenin ıslahı gibi konuları önemli görmüyorlardı" şeklinde konuştu.
Bazı Arap ülkelerinin birkaç yıldır sahne olduğu olaylara ilişkin ise Cait şu ifadeleri kullandı:
"Irak, yarısı DAEŞ örgütünün elinde, geri kalan kısmı Irak hükümetinin yönetiminde olan bir ülke. Yönetim de etnik bir yönetim olmasından ve sistemsizlikten dolayı çok yönlü müdahalelere uygun. Komşusu İran'ın müdahalesine maruz. Suriye'de, Beşşar Esed rejimi istihbarata dayanan iğrenç bir diktatörlük rejimiydi. Suriye harap oldu, halkı her an ölüm acısını çekiyor. Libya'da Muammer el-Kaddafi öldürüldü, gerçek bir savaş yaşanıyor. Hemen hemen tüm Arap ülkelerinde Yemen ve Bahreyn'de yine diktatör rejimlere karşı, demokrasi için devrimler yaşanıyor."
Arap Baharı'ndan nispi istikrarla çıkan Tunus ve devrimlerden etkilenmeyen Cezayir, Fas ve Ürdün'ün durumlarını da değerlendiren Cait, "Cezayir'de devrim olmadı ancak bir takım sorunlar var. Ülke fiili olarak başkansız durumda. Fas'ın durumu fena değil. Ürdün rejimi de gerginlik ve sertlikten yana oldu. Çünkü Ürdün halkı devrim ve çalkantıdan korkuyordu" görüşünü dile getirdi.
Mısır'da da halihazırda tam bir geriye dönüş yaşandığına dikkati çeken Cait, "Abdulfettah es-Sisi, Hüsnü Mübarek'ten daha bozguncu çıktı. Şimdi çok cana kıydı, büyük şiddet, devlet şiddeti uyguladı, örgütlerin şiddeti değil" diye konuştu.
Afganistan Savaşı'ndan DAEŞ'e
Cait, DAEŞ'in Afganistan savaşının ardından Usame bin Ladin'in kurduğu El-Kaide'nin bir uzantısı olduğunu savunarak, "Afgan savaşında Rusların ülkeden çıkmasından sonra cihad hareketleri oluştu ki bunlar içinde en önemli olanı El-Kaide'dir. El-Kaide genel itibarıyla Batı ile özelde de İslam düşmanı devlet olarak gördüğü ABD'yle savaşmaya başladı" diye konuştu.
"El-Kaide, ABD'yi İslam dünyasının kalkınmasına engel olarak görüyordu" diyen Cait, "En başta Amerika'ya karşı savaş açıldı. Tüm dünyadan katılımlar oldu Endonezya'dan dahi. Irak'ın 2003'te işgaliyle Ebu Musab el-Zerkavi ortaya çıktı. Zerkavi, El-Kaide ve DAEŞ arasında bağlantı noktasıdır" görüşünü savundu.
Zerkavi'nin El-Kaide dışında başka bir şey oluşturmaya başladığını söyleyen Cait, "Irak'ın 2003 sonrasında ve devrimin ardından yeni Suriye şartlarında Sünni ve demokratik tüm gruplar, Suriye'deki olaylara müdahil oldu. Tabii ki DAEŞ de girdi oraya ancak El-Kaide artık devlet olmak istiyordu" şeklinde konuştu.
"Hazreti Muhammed'in dönemindeki cihad anlayışı bundan farklıydı"
Gençlerin DAEŞ'e katılımını iki temel esasa dayandıran Cait, "DAEŞ örgütüne gerek Arap ülkelerinden gerekse batılı ülkelerden gençlerin katılımı söz konusu. Bazı gençlerin ekonomik durumu çok kötü. Yeterli derecede hayatını sürdürecek imkanları yok. Demokratik hareketler onlara şans tanımadı. Bu durumu düzeltmeye batılı ülkeler de yardımcı olmadı" ifadelerini kullandı.
Batı'daki gençlerin kendisini feda edecek "güçlü bir harekete" tabi olma isteği olduğunu dile getiren Cait sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir diğer husus ise bana göre Batı'da ve Arap ülkelerindeki psikolojik boşluk hali ki bu bir çeşit romantizm hali. Psikolojik boşluktan dolayı insanın kendini uğrunda feda edebileceği güçlü bir harekete tabi olmak durumu. Batı'da kökeni batılı bir kısım gençler var ülkelerinin tüketim ülkeleri zevk medeniyetinden başka bir şey olmadığını düşünüyor. Onların, kendilerini feda edebilecek bir teşvik unsuru bulunmuyor. Bu gençler tarihi köklerden gelen kahramanlık, fedakarlık gibi unsurları "cihad mefhumunda" buldular tabii ki bunları öncelikle Arap gençler buldu. Ancak Hazreti Muhammed'in dönemindeki cihad anlayışı bundan farklıydı."
"Eski Irak ordusuna bağlı subaylar intikam alıyor"
Cait, 2003'te Irak'ın işgaline ordunun direnmemesini şaşkınlıkla izlediğini ve bunu birçok kez Iraklı dostlarıyla paylaştığını söyleyerek, "Irak ordusu işgalde hiç mukavemet göstermedi. Amerika, Irak ordusunu dağıttı. Ordunun subayları uzun süre fırsat kolladı" dedi.
"Iraklı subayların intikam almalarına imkan tanıyacak fırsat geldi" diyen Cait, "Ordudaki muvazzaf subaylardan bir kısmı çok dindar değildi. Hatta, bu subayların laik olduğu söylenirdi. Ancak, bunlar harekete dahil oldular ve milliyetçilik İslam'a dönüştü. Saddam Hüseyin dahi işgalle tehdit edildiği dönemde İslam'ı bayrağa dahil etti. Irak bayrağına Allahu Ekber (Allah en büyüktür) ifadelerini koymuştu" değerlendirmesinde bulundu.
Bağımsızlık ve sömürgecilerden kurtuluş dönemlerinden sonra kurulan sistemlerin diktatörlükleri de beraberinde getirdiğini savunan Cait "Arap dünyasında ikinci dünya savaşı sonrasında gelen liderler Cemal Abdunnasır, Habib Burgiba, Hafız Esed ve bizleri sömürgeden kurtarıp çağdaş bir devlet kurma arzusunda olan ulusal kurtuluş hareketleri İslam'dan çok uzaklaştı. Bu rejimler, bir yandan diktatörlükleri getirip insanlara işkence yaptı, hapislere tıktı, öte yandan ülkelerinde arzu edilen kalkınmayı sunmadı" şeklinde konuştu.
"Demokrasi ve özgürlüğe alışkın değiliz"
Cait Arap dünyasında uzun süre dikta rejimlerinin yönetiminde kalmış halkların demokrasiye ulaşmalarının güçlüğünden bahsederek "Şahsi görüşüm şu dönem itibarıyla demokrasiye ulaşmamız mümkün değil, Tunus gibi bir ülkede dahi. Çünkü demokrasi alışkın olmadığımız yeni bir şey, özgürlüğe de alışkın değiliz" dedi.
Demokrasinin batı kökenli olmasından dolayı İslam medeniyetinin kökleriyle uyumlu olamayacağını aktaran Cait, "Ekonomik ve sosyal geri kalmışlık nedeniyle batılı anlamıyla demokrasi şu anki Müslümanların psikolojik yapısına uymaz" diye konuştu.
Cait, İslami çizgideki veya marksist tüm aydınların Batı dünyasından ve kültüründen etkilendiğini belirterek şunları kaydetti:
"Ben Tunus'ta aydınlardan olup da üniversite hayatı boyunca doğuya hiç gitmeyenleri bilirim. Arapça konuşmaz oldular. Nahda kelimesi dile getirildiğinde bu onları endişelendirir. Ancak Nahda'nın fakir halk tabakasında bir karşılığı vardır. Çünkü yardımlaşma düşüncesine sahip bir hareket. Halk kesimleri her zaman için İslami hayat tarzına tabi olmuşlardır."
Tunus'taki siyasi anlayış
"Tunus ikiye ayrılmış ve sonuç itibarıyla bir yönüyle ılımlı laik olan akım galip gelmiş durumda" diyen Cait, Burgiba tarzından dolayı mutedil siyaset ve anlaşmaya alışkın Tunusluların, Cezayir ve Mısır gibi savaşa giren ülkelerde yaşandığı şekliyle şiddete alışkın olmadıklarını söyledi.
Tunus'ta laik akımı temsil eden El-Baci Kaid es-Sibsi ve Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi olmak üzere iki şahsiyetin bulunduğunu söyleyen Cait, "Sibsi, Burgibacı'dır ancak siyasetçidir ve laik kesimi temsil eder. Bunun yanı sıra Nahda'yla anlaşıyor ve halkın yarısı ya da daha azının henüz İslami şuurda olduğunu bildiğinden dolayı sol laikler gibi olmak istemiyor" şeklinde konuştu.
Nahda Hareketi'nin birbirine bağlı ve örgütlü olduğunu buna karşılık Nida Tunus Partisi'nin (NTP) ise Nahda'ya karşı koymak ve Sibsi'yi Cumhurbaşkanlığı'na çıkarmak için kurulduğunu söyleyen Cait, Sibsi'nin seçilmiş olması yönüyle meşru olduğunu ve NTP'ye artık bir ihtiyacının kalmadığını savundu.
Hişam Cait kimdir?
Tunus'ta 1935 yılında dünyaya gelen Prof. Dr. Hişam Cait, entelektüel çevrelerde büyük saygınlığa sahip bir araştırmacı ve düşünür olarak biliniyor. Tarih ve düşünce alanındaki çalışmalarıyla tanınan Cait, 2012 yılından bu yana Tunus'taki Bilim Edebiyat ve Sanat Merkezi "Beyt el-Hikme"nin başkanlığını yürütüyor.
Merkezi Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta bulunan Arap, Yayın ve İncelemeler Kurumu Cait'i, 2016 yılının "Kültür İnsanı" olarak seçti.
Kaynak:AA